Platon -Ahlak Kuramı- (The Morality Theory of Platon)




Platon
Ahlak Kuramı
 Frederick Capson





PLATON’UN AHLAK KURAMI

            Platon’un etiği, insanın en yüksek iyisine, ki bunun elde edilmesi gerçek mutluluğu oluşturur, yönelmesi anlamında bir mutluluk etiğidir.
            İnsanın en yüksek iyisi şu şekilde ortaya konulabilir.
1)     İnsanın kişiliğinin, rasyonel ve ahlaki bir varlık olarak, gerçek gelişimi
2)     Ruhun doğru bir şekilde yetiştirilmesi
3)     Yaşamın genel uyumlu refahı



Bir insanın ruhu olması gereken durumdaysa, o zaman o insan mutludur.
      Pshilos diyaloğunda Protochus ve Sokrates tarafından iki uç (extrime) konum alıyorlar. Her ikisi de iyinin ruhun bir durumu olduğunu kabul etmelerine rağmen;
      Protorchus: “iyinin hazdan oluştuğunu” ileri sürerken
      Sokrates: “İyinin bilgelikten(wisdom) oluştuğunu ” ileri sürer.
Sokrates, kendi başına hazzın gerçek ve biricik insan iyisi olamayacağını göstermeye girişir:
      Sokrates’e göre, içinde ne aklın, ne hafızanın, ne bilginin ne de doğru sanının payı olmayan, katışıksız bir bedensel haz yaşamın insanın gerçek ve biricik iyisi olamaz. Belgesi bir yaşam bir insan yaşamı değil de, bir pulmo morinus (denizanası) ya da istiridye yaşamı olurdu.”
Protorchus bile böylesi bir yaşamın bir insan için arzulanabilir bir yaşam olacağını düşünemez.
Diğer taraftan, hazdan yoksun bir “katışıksız akıl” yaşamı da insanın biricik iyisi olamaz. Her ne kadar zihin insanın en yüksek parçası ve zihinsel etkinlikler de (özellikle formlar üzerinde düşünme etkinliği) onun en yüksek işlevi olsa da, insan safları bir zihin değildir.
Dolayısıyla, insan için iyi bir yaşam “katışık” (mixed) bir yaşam olmalıdır; ne tek başına zihin yaşamı ne de tek başına duyusal- haz yaşamı.

Böylece, Platon, sadece acı tarafından öncelenmeyen, örneğin zihinsel hazlar; kabul etmeyip, aynı zamanda, masum oldukları ılımlılık içinde yararlanıldıkları sürece, arzunun doyurulmasından oluşan hazları da onaylamaya hazırdır.
Hoşa giden bir içecek hazırlayabilmek için bal ve sayı uygun oranlarda karıştırmak gerekiyorsa, aynı şekilde, insanın iyi yaşamını oluşturmak için de, hoş duygu (pleasant feeling) ve zihinsel etkinliğin uygun oranda karıştırılmaları gerekir.

Platon’a göre, iyi yaşamın, her şeyden önce, gerçek türün tüm bilgisini, zamansız nesnelerin kesin bilgisini içermelidir. Ancak sadece geometrinin kesin ve mükemmel eğrilerini ve doğrularını tanıyan ve bu gündelik yaşamda karşılaştığımız kaba benzerlerine ilişkin hiçbir şey bilmeyen birisi, evinin yolunu bulmayı bile beceremeyecektir.

Dolayısıyla, sadece birinci-sınıf bilgi değil, ikinci-sınıf bilgi de karışıma dahil edilmelidir; bunlar insana hiçbir zarar vermezler, yeter ki konu ikinci-sınıf nesnelerin tam olarak ne olduklarını anlasın ve kaba benzerliklerini kesin hakikatlerle karıştırmasın.

Diğer bir değişle, bir insanın gerçekten iyi bir yaşama ulaşması için fani yaşama ve maddi dünyaya sırtını dönmesine gerek yoktur, ancak bu dünyanın biricik dünya olmadığını, hele hele en yüksek dünya hiç olmadığını, ama ideal’in kötü bir kopyası olduğunu da bilmelidir.
(Örneğin: her ne kadar Sokrates’e göre “tamamıyla tahmin ve taklit” olsa ve “saflıktan yoksun” olsa da, Protarchus “eğer insan yaşamı bir yaşam olacaksa” müziğin kabul edilmesi gerektiğini söyler.)

Tüm su, karışım kabına konduktan sonra şu soru ortaya çıkar: ne kadar bal konulacak? Bu sorudaki birleştirici nokta, yani ne kadar hazzın kabul edileceği, bilgiye dayana. Platon’a göre bilgi, “gerçek” ve “katışıksız” hazlarda diretecektir; ancak geri kalanlara gelince, bilgi sadece sağlık, dengeli bir akıl ve herhangi bir iyilik biçimine eşlik edenleri kabul edecektir. “Budalalık ve kötülük hazları karışımı katılmak için uygun değildirler.”  
            Böylelikle iyi bir yaşamı oluşturan karışımın sırrı ölçü ya da orandır: bunun göz ardı edildiği yerde gerçek bir karışım değil ama bir karışıklık vardır. Bu durumda iyi ölçü veya oran tarafından oluşturulan güzelin bir biçimidir. Symmetria (simetri), kalon (güzellik), ve alethia (Hakikat/doğruluk) iyi de bulunan üç biçim ya da öge olacaklardır.
           
İyi’ye en yakın ya da benzer olanların hiyerarşisi yapılırsa;
1.      To kairon (yüvendelik/zamandalık)
2.      Orantılılık, güzellik ya da tamamlanmışlık
3.      Us(akıl) ve zekâ
4.      Ruhun kendi özellikleri, bilimler, sanatlar doğru sanılar(Çünkü bunlar hazza olmaktan çok iyiye yakındırlar.)
5.      Gerçek bir duyum eşlik etsin veya etmesin, içine acı karışmamış hazlar(Ruhun kendi saf hazları)
6.      Zararsız oldukları sürece, arzuların ölçülü doyumları.

Bu durumda, insanın gerçek iyisi, iyi yaşam, eudoimonia budur ve bu ilginin ya da eudoimonia’nın peşine düşmeyen insanı zorlayan da Eros’tur.
            İnsanın en yüksek iyisi (the highest good) Tanrı’nın bilgisini de içerecektir.
            Mutluluk erdemin peşine düşülerek elde edilmelidir, ki bu da insan için mümkün olduğunca Tanrı gibi olmak demektir. “Elimizden geldiğince Tanrı gibi olmalıyız ve bu yine bilgeliğin yardımıyla olacaktır.” (Theatetus, 176)
“Arzusu adil olmak ve erdem peşinde koşarak, insanın tanrısal benzerliğe ulaşabileceği ölçüde, Tanrı gibi olmak isteyen herkese tanrılar yardım eder.”
Dolayısıyla, tapınma ve erdem mutluluğa aittirler, öyle ki, erdem peşinde olmak ve erdemli bir yaşam sürmek insanı mutluluğa götüren şeyler olmalarına rağmen, erdem mutluluğa dışsal bir şey değil onun bütünleyicisidir.
İnsanın iyiliği, öncelikle bir ruh durumudur ve gerçekten iyi ve gerçekten mutlu olan insan gerçekten erdemli insandır.


ERDEM(VİRTUE)

1)     Genel olarak konuşursak Platon Sokrates’in bilgi ve erdemi özdeşleştirmesini kabul eder. Protagoras diyologlarında Sokrates, Sophist’e karşıt olarak, adaletin dinsiz ya da dindarlığın adaletsiz olabileceğini ileri sürmenin saçma olduğunu gösterir. Bunu yapmaktaki amacı çeşitli erdemlerin birbirlerin tamamen farklı (belki de karşıt konuma) düşmelerini engellemek.
Buna ek olarak, ölçüsüz insan, insana gerçekten zararlı olan şeyleri izleyen biriyken, ölçülü insan gerçekten iyi ve yararlı olanı izlemek bilgece iken, zararlı olanı izlemek aptalcadır.

Dolayısıyla ölçülülük ve bilgelik tamamıyla ayrı olmazlar.
Yine, gerçek yiğitlik ya da cesaret, örneğin, karşı karşıya kalacağın tehlikeleri bildiğin halde yerini terk etmemektir; göz karalık ya da çılgınlık değildir. Bu nedenle, cesaret de ölçülülük gibi bilgelikten ayrılmaz.
Elbette ki; Platon nesnelerine ya da ruhun hangi parçasının alışkanlıkları olduklarına göre ayır edebilen farklı erdemler olduğunu inkâr etmez; ancak tüm bu farklı erdemler, aynı iyi ve kötünün bilgisinin ifadesi oldukları ölçüde, bir bütünlük oluştururlar.
Bu nedenle, farklı erdemler sağgörüde (basiret) ya da insan için neyin gerçek iyi olduğunun ve bu iyiye ulaşmanın araçlarını bilgisinde birleşirler.
Menon diyaloğunda açıkça eğer erdem bilgi veya sağgörüyse onun öğretilebileceği açıkça belirtilir. Devlet adlı eserinde ise, insan için iyi olanın gerçek bilgisine sadece filozofun sahip olacağı söylenir.

Erdemi öğretecek kişi de, “popüler” erdem anlayışıyla yetinen sofist değil, ama sadece kesin bilgiye sahip olan kişi, yani filozoftur.
Erdem bilgidir öğretisi aslında iyiliğin sadece göreceli bir kavram olmadığının, mutluluk ve değişmeyen bir şeye göndermede bulunduğunun bir ifadesidir; diğer türlü bilgi nesnesi olamazdı.

Erdem bilgidir ve bilgi öğretilebilir bir şeydir düşüncesine sarıldığı gibi, Platon kimse bilerek ve isteyerek kötülük yapmaz düşüncesine de sarılmış gibi görünmektedir. Bir insan gerçekte kötü olan bir şeyi seçtiğinde, onu iyilik görünüşü altında seçer; iyi olduğunu düşündüğü bir şeyi arzular/ister, ancak gerçekte kötü olan bir şeyi istememektedir.
Platon, kesinlikle, önündeki her şeyi götürmeye çabalayan ve kendisine iyi gibi görünen şeyi elde etmek için çılgınca atağında araba sürücüsünü de beraberinde sürükleyen arzunun dik başlı karakterini hesaba katıyordu; ancak eğer kötü at sürücüsünün direncini yeniyorsa, bunun nedeni, Platon’un ilkelerine göre, sadece ya sürücünün gerçek iyiliğin bilgisine sahip olmaması ya da iyiye ilişkin bilgisinin o anda, arzunun saldırısı altında bulanıklaşmış olmasıdır.
Sokrates’ten devralının bu öğretinin, Platon’un ahlaki sorumluluğu açıkça kabullenişiyle çeliştiği düşünülebilir, ancak Platon şu şekilde yanıt verebilir: gerçek iyinin ne olduğunu bilen birinin, geçici olarak da olsa, yargılarının tutkuları tarafından bulanıklaşmasına izin verebilir, öyle ki, görünüşte iyi olan bir şey ona gerçek bir iyi görünebilir, her ne kadar tutkularının aklını karartmasına izin vermekten sorumlu olsa da.



Eğer, bir insanın kötüyü kendisi kötü olduğu için seçebilir diye itiraz edilecek olursa, Platon sadece o insanın “Kötülük sen benim iyim ol” diyebileceğini söyleyerek yanıtlayacaktır bu itirazı
Eğer, nihai olarak o şeyin kötü olduğunu bilerek, gerçekten kötü ya da zararlı olanı seçerse, bu sadece, bilgisine rağmen, o insanın dikkatini o nesnenin kendine iyi görünen yönüne sabitlenmesiyle olur. Dikkatin bu şekilde sabitlenmesinden sorumlu tutulabilir, ancak, eğer seçerse, o kişi ancak iyilik görünüşü altında seçecektir.
Bir insan düşmanını öldürmenin nihai olarak kendisi için çok zararlı olacağını çok iyi biliyor olabilir, ancak yine de bunu yapmayı seçer; çünkü dikkatini intikam arzusunun doyurulmasının ya da düşmanını elimine etmekten sağlayacağı bazı yararların doğrudan getireceği yarar iyiymiş gibi görünen şeye yönelmiştir.
Yunanlıların “İYİ” ve “DOĞRU” (good and right) ve bunların birbiriyle olan ilişkilerinin daha açık bir görünüşe sahip olmaları gerektiği söylenebilir.

Katil cinayetin yanlış olduğu çok iyi bilir; ancak bazı açılardan iyi olduğu için cinayet işleyebilir. Cinayetin yanlış olduğunu bilen bir katil, aynı zamanda, “yanlış” olanın ve nihai olarak zararlı ve kötü olanın birbirlerinden ayrılamaz olduklarını da bilebilir. Ancak bu eyleme yüklenen “iyi” yönünü (ör. Yararlılık veya arzulanabilirlik) ortadan kaldırmayacaktır.

“Kötü” kavramını kullandığımızda, sıklıkla “yanlış”ı kastederiz. Ancak Platon kimse kötü olduğunu bildiği şeyi bilerek seçmez dediğinde, kast ettiği şey kimsenin yanlış olduğunu bildiği şeyi seçmeyeceği değil ama kimsenin tüm bakımlardan kendisine zararlı olacağını bildiği şeyi kasıtlı olarak ya da bilerek seçmeyeceğidir. 
Devlet’te Platon dört ana ya da önemli erdemlerden bahseder.    


  • Bilgelik(wisdom)- Sofia
  • Cesaret veya dayanıklılık-(Andreia)
  • Ölçülülük- Sofrasune
  • Adalet- Dikoiasune


  • Bilgelik, ruhun rasyonel parçasının erdemidir.
  • Cesaret, ruhun ya da atılgan parçanın erdemidir.
  • Ölçülülük, ruhun cesur ya da atılgan parçası ile iştahlı ya da arzulayan parçasının aklım yöntemi altında birleşmelerinde oluşur.
  • Adalet, ruhun her bir parçasının kendine has görevini uyumlu bir şekilde yerine getirmesinden oluşan genel bir erdemdir.



2) Gorgias diyaloğunda Platon hem iyi gem kötünün haz ve acı ile özdeşleştirilmelerine hem de Callicles tarafında ortaya atılan “ütün-insan” ahlakına karşı çıkar
Polus’a karşı olarak, Sokrates bir adaletsizlik yapmanın, örneğin bir tiranlığın parçası olmak, adaletsizliğe uğramaktan daha kötü olduğunu göstermeye çalışır. Çünkü, adaletsizlik yapmak birinin ruhunu daha kötü yapar ve bu bir insanın başına gelebilecek en büyük kötülüktür.
Dahası, adaletsizlik yapıp bundan cezasız kurtulmak hepsinden daha da kötüdür, çünkü bu sadece ruhtaki kötülüğü onaylarken, ceza ise ruha iyileşme getirebilecektir.
Callicles, Sokrates’in “doğal olmayan ama sadece geleneksel olan popüler ve kaba hak kavramlarına” başvurmasına karşı çıkmak için tartışmaya dâhil olur.
Kötülük yapmak geleneksel bakış açısından utanç verici olabilir, ama bu sürü ahlakıdır.

Çoğunluğu oluşturan zayıflar “güçlü türden insanları” sınırlamak için bir araya gelirler, ve onlara yani sürünün üyelerine yararlı eylemlerin doğru(right) ve onlara zararlı olan eylemlerin yanlış(wrong) olduğunu ilan ederler.
Ne var ki, doğa bize, hem insanların hem de insanların arasında “adaletin üstün olanın yönetmesinden ve alçak olanlardan daha fazla sahip olmasından oluşturduğunu” gösterir.

Sokrates, Callicles’e Güç Doğrudur düşüncesini açıkça ileri sürerken gösterdiği dürüstlükten dolayı teşekkür eder. Ancak, Sokrates şuna dikkat çeker: eğer zayıf çoğunluk “güçlü” üzerinde gerçekten bir tiranlık kuruyorsa, bu durumda bu zayıf çoğunluktur aslında güçlü olan ve Callicles’in kendi ölçütüne göre, doğrulanmışlardır.
Bu basit bir laf oyunu değildir, çünkü, eğer Callicles geleneksel ahlakı reddetmekte diretirse, bu durumda güçlünün, acımasız ve vicdansız bireycinin (individualist) niteliksel olarak sürü –insanından nasıl daha iyi olduğunu ve dolayısıyla yönetme hakkına sahip olduğunu göstermesi gerekir.

Callicles bunu kendi bireycisinin “kölelerden ve ne idüğü belirsiz ayak takımından” daha bilge olduğunu ve dolayısıyla da, uyruklarını yönetmesi ve onlardan daha fazlasına sahip olması gerektiğini söyleyerek yapmaya çalışır.
Sokrates’in bu durumda, doktorun diğer herkesten daha fazla yiyecek ve içeceğe sahip olması gerektiği, ayakkabıcının herkesten daha fazla ayakkabılara sahip olması gerektiği gibi. Sözlerine kızan Callicles demek istediği şeyin Devlet yönetme işinde bilgili ve cesur olanların devleti yönetmelerinin gerektiği ve adaletin, bunların yönettiklerinde daha fazlasına sahip olmaları gerektiği olduğunu söyler.

Sokratesi’in yöneticilerinin kendilerini yönetmelerinin gerekip gerekmediğine ilişkin sorusuyla çileden çıkan Callicles, güçlü insanların tutku ve arzularına tam özgürlük vermeleri gerektiğini söyler.
Bu sokrates’e yöneticilerin kendilerini yönetmelerinin gerekip gerekmediğine ilişkin sorusuyla çileden çıkan Callicles, güçlü insanların tutku ve arzularına tam özgürlük vermeleri gerektiğini söyler.
Bu Sokrates’e beklediği fırsatı verir ve Callicles’in ideal insanını sızdıran bir fıçıya benzetir: kendini sürekli olarak haz ile doldurmakta ama yeterince bulamamaktadır. Yaşamı bir insanın değil ama bir karabatağın yaşamıdır. (acıktıkça ye susadıkça iç)


Callicles kaşıntısı olan birinin kaşınan yerini kaşıyarak kendini rahatlatarak mutlu bir yaşam sürdüğünü kabul etmeye hazırdır, ancak bir sokak fahişesininkini onaylamak istemez ve sonunda hazlar arasında niteliksel bir ayrıl olduğunu kabul etmek zorunda kalır. Bu da şu sonuca götürür: haz iyiliğe alt güdümlüdür ve dolayısıyla us/akıl hazların yargıcı olmalı ve onları ruh ve bedenin sağlık, uyum ve düzenleriyle uyumlu oldukları sürece kabul etmelidir.
Böylece, ölçüsüz insan değil de, ölçülü insan iyi ve mutludur. Ölçüsüz insan kendine kötülük yapar ve Sokrates ölümden sonraki yargılamanın olanaksızlığı Miti ile konuyu noktalar.

3)     Platon, açık bir şekilde, birinin dostlarına iyilik, düşmanlarına da kötülük yapması gerektiğini söyleyen atasözünü reddeder. Kötülük yapmak asla iyi olamaz. Devlet’in birinci kitabında, Polemarchus “eğer iyi bir insansa dostumuza iyilik yapmanın ve eğer kötü bir insanı düşmanımızı incitmenin iyi” olduğunu söyleyen kavramı ileri sürer.
Sokrates (“incitmeyi” sadece cezalandırma değil de, gerçek zarar vermeyi anlar, çünkü cezalandırmak bir tür tedavidir.) İncitmek daha da kötü yapar ve insanın mükemmelliği açısından, daha az doğrudur, öyle ki Polemarchos’a göre, adil olmayan insanı daha da kötü yapmak adil insana özgüdür. Ancak açıktır ki, bu adil bir insanın işi olmaktan çok adil olmayan bir insanın işidir.



Hazırlayan: C. Suat

Yorumlar