Platon - Bilgi Felsefesi

 


Platon
Gerçek Bilgi
Frederick Capson










Gerçek Bilgi
 Platon başlangıçta bilginin elde edilebilir olduğunu ve
1.      Yanılmaz olması
2.      Varolana ilişkin olması 
Gerektiğini varsayıyordu.

Gerçek bilgi bu iki niteliğe sahip olmalı ve bu niteliklere sahip olduğunu ortaya koymayan herhangi bir zihinsel durum gelecek bilgi olamaz.
Teatetus’da gördük ki, ne duyusal algı ne de doğru yargı bu iki niteliğe sahip değil; dolayısıyla da ikisi de gerçek bilgi olamaz.
Platon, Protogras’ın duyu ve duyu algılarını göreceli olduğuna inancını paylaşır; ancak evrensel bir göreceliği reddeder. Aksine Plataon’a göre bilgi; mutlak ve yanılmaz bilgi erişebilirdir, ancak bu bilgi duyu algısıyla aynı şey olamaz. Çünkü, duyu algısı görecelidir, yanıltıcıdır ve hem özne he nesneden kaynaklı her türlü geçici (temporal) etkiye açıktır.
Platon, Herakleitos’un duyu algısının nesnelerinin yani bireysel ve tikel duyulur nesnelerin, daima (her zaman) oluş halinde ve bir akış içerisinde oldukları ve dolayısıyla da, gerçek bilginin nesnesi olmaya uygun olmadıkları görüşünü kabul eder.
Duyulur nesneler, varlığa geçerler ve yok olur giderler, sayıları belirsizdir, açık bir şekilde tanımlanamazlar ve bilimsel bilginin nesnesi olamazlar.
Ancak, Platon bundan gerçek bilginin nesnesi olabilecek hiçbir şey bulunmadığını sonucuna çıkarmaz, fakat duyulur tikellerin aranan nesneler olmayacağını söyler.

Gerçek bilginin nesneleri durağan, kalıcı ve değişmez olmalı ve açık bilimsel bir tanım içerisinde kavranabilir olmalıdırlar. Bu tanımda Sokrates’in gördüğü gibi, evrensel tanımı olmalıdır.
Bur durumda, değişik zihinsel durumların ele alınışını zorunlu bir şekilde bu zihinsel durumların nesnesiyle bağlıdır.
Kalıcı ve değişmen olanın bilgisine ulaşılmazı, sağladığını düşündüğümüz yargılara baktığımızda, onların evrensellere yönelik yargılar olduklarını görürüz.

  •   “Atina anayasası iyidir.” Yargısına baktığımızda, bu yargıda değişmez ve kalıcı olanın “ iyi ” kavramı olduğunu görürüz.
  •  Aynı şekilde, Atina anayasası öyle değişebilir ki artık ona iyi değil de “ kötü ” olarak nitelendirebiliriz. Ancak bu “ iyi ” kavramının değişmeden, aynı kaldığını gösterir. Çünkü, eğer değişen anayasaya kötü diyorsak, bu ancak o anayasayı iyi kavramına referansla yargılıyor olmamızla mümkündür.(olanaklıdır)


Sonuç olarak, yargımız kalıcı ve durağan olana ilişkin olduğu sürece  gerçekten bir evrenselle ilgilidir.
Sokrates’e göre bilimsel bilgi tanımı, yani bilgiyi açık ve net bir tanım içerisinde kristalleştirmeyi ve saptamayı amaçlar. Örneğin, iyiliğin bilimsel bir bilgisi “ iyiliktir” tanımında sunulmalı, öyle ki, akıl bu tanımda iyiliğin özünü dile getirmelidir.
Tanı m evrenselle ilgilidir dolayısıyla da gerçek bilgi evrenselliğin bilgisidir.
Tikel anayasalar değişirler, fakat “ iyi ” kavramı aynı kalır. Bu değişimden kalan kavrama referansla, tikel bir anayasayı iyilik bakımından yargılarız. Bunun Anlamı ise şudur: bilginin nesnesi olmaz yeterliliğini sağlayan sadece evrensellerdir.
En yüksek evrenselin bilgisi, en yüksek türden bilgi olurken, tikelin “bilgisi” en düşük türden “bilgi ” olacaktır.

Bu görüş, gerçek bilgi ile tikelllerden oluşan gerçek (real) dünyada arasında aşılamaz bir uçurum koymuyor mu? Dahası, eğer gerçek bilgi evrensellerin bilgisiyse, bundan gerçek bilginin soyut ve “gerçek olmayan” şeylerin bilgisi olduğu çıkmaz mı?
İkinci soruya verilebilecek cevap, Platon’un idealar kuramını özünü basit haliyle sunmak olacaktır. Bu kurama göre, evrensel kavramlar referanstan ya da nesnel içerikten yoksun soyut bir biçim(form) değil, aksine her bir gerçek evrensel kavrama karşılık gelen nesnel bir gerçeklik vardır.
Birinci soruya gelince ise, yani tikel ile evrensel arasındaki kesin ilişkiyi belirleme sorununa şimdilik cevap verilmeyecek ama bir sonraki bölüm olan İdeler Kavramı bölümünde cevap verilecektir.
2.  Platon’un içinde bilgi derece ya da düzeylerinin nesnelere göre belirlediği olumlu bilgi öğretisi Devlet Kitabının Çizgi Benzetmesini anlatan bölümünde verilir.

Episteme
Bilgi
(knowledge)
Noesis
(Arı Us)
(Pure Reason)
(Düşünceyle görme)
Arkai
(Arketipler)
Noeta
(Düşünce Nesneleri)
Dionia
(Anlak)
(Understanding)
Mathematika

Doksa
Sanı
(Opinion)
Pistis
(İnanç)
(Belief)
Zoa
(Duyusal varlıklar)
Doxasta
Sanı Nesneleri
Eikasia
(Tahmin)
Eikanes
(İmgeler)

Zihin Durumu           Zihin Durumu                       Nesneler                    Nesneler

 


 

Bu bölümlemede, insan zihninin bilgisizlikten(cehaletten) bilgiye doğru yaptığı yolculuğun aşamaları ortaya konulmaktadır. Burada iki ana alan vardır: Birincisi Doksa, yani sanı; İkincisi ise episteme, yani bilgidir. Bunlardan sadece ikincisine, yani epistemeye bilgi dememiz doğrudur.
Bu iki zihinsel işlev (fuction) arasındaki ayrım nasıl temellendirilecek? Bu ayrım nesnelerin üzerine temellendiği ortada gibi. Doksa imge (resimlerle) ilgilenirken, episteme, en azıdan noesis biçiminde, orijinaller, arketipler ya da idealarla ilgilenir.
Eğer birine “Adalet nedir?” diye sorulur ve o da cevap olarak bize, adaletin eksik gerçekleşmelerini, evrensel ideale erişemeyen tikel örneklerini, örneğin, tikel bir insan eylemini ya da bir yasalar yığınını gösteriyorsa; ve mutlak bir adalet ilkesinin ya da bir norm ve ilkenin bulunduğuna yönelik bir kavrayış göstermiyorsa, bu insanın zihinsel durumu DOKSA durumudur. Yani imgeleri ya da kopyaları görmekte ve onları orijinallerle karıştırmaktadır.
Diğer taraftan, eğer bir insan kendinde adaleti kavramışsa, anlamışsa, eğer imgeleri aşarak tüm tikel örneklerin yargılanmasının ilkesi olan From’a İdea’ya, evrensele ulaşmışsa, bu insanın zihinsel durumu bilgi ya da Episteme ya da GNOSİS (bilgi, bilme, tanıma) durumudur.
Burada bahsedilen zihinsel durumlar mutlak bir durum, birer yazgı değildirler. Yani bir zihinsel durumdan diğerine geçiş olanaklıdır. Örneğin, daha önce orijinaller diye ele aldığı şeylerin aslında imgeler ya da kopyalar olduğunun farkına varan, biri bir şekilde orijinallerin kendisini kavradığında; doksa olan zihin durumundan episteme durumuna geçmiş demektir.
Platon’un çizgi benzetmesi, sadece episteme ve doksa bölümlerinden oluşmaz; bunlar da kendi işlerinde ikiye bölünürler.
DOKSA bölümünü oluşturan iki parça tahmin (eikasia) ve inançtır (pistis).
Tahmin(Eikasia): bu durumdaki bir zihin ele aldığı nesneler öncelikle imgelem ve gölgelerdir. İkinci olarak ise sudoks ve sert özgün ve parlak nesnelerdeki yansımalar vb. şeylerdir.
Ø Burada Platon’un bir insanın sudaki yansıması vb. şeyleri gerçek nesne ile karıştırmadığını söylemesi yadırgatıcı gelse fe, burada kastedilen imgelerin imgeleri ya da kopyaların kopyalarıdır.
Örneğin, daha önce, adalete ilişkin biricik düşüncesi Atina anayasasının ya da tikel bir insanın somutlaşmış ve eksik adaleti olan birinin genel olarak doksa durumunda olduğunu söylemiştik.
Ø  Ancak, eğer bir retorikai gelir ve o insanı Atina anayasasını empirik adaletine ve onun yasalarına göre bile adil olmayan şeylerin adil olduğuna ikna ederse, bu durumda o insanın zihinsel durumu eikasia, (tahmin) dir.

Onu adalet diye kabul ettiği şey, aslında evrensel form ya da idea ile karşılaştırıldığında, kendisi zaten bir imge olan bir şeyin bir gölgesi ya da karikatürüdür.
Ø  Diğer taraftan Atina anayasasını ya da tikel bir adil insanın adaletini, adalet olarak kabul eden biriyse pistis (inanç) durumundadır.
Platon pistis/inanç bölümünün nesnelerinin, eikasia/tahmin bölümünün imgelerine karşılık gelen gerçek nesneler olduğunu söylüyor. Platon’a göre pistis / inanç bölümünün bilme nesneleri “çevremizdeki hayvanlar ve doğanın ve sanatın bütün dünyası”nı kapsar.
            Bunun anlamı şudur: Birinin ata ilişkin tek düşüncesi gerçek bir tikel at ise, ve o tikel atın, ideal atın kötü bir kopyası olduğunu göremiyorsa onun zihisel durumu pististir. O kişi atın bilgisine sahip değildir, sadece bir sanısına sahiptir.
            Benzer şekilde, dışsal doğanın hakiki gerçeklik olduğu yargısında bulunan ve onun görünmez dünyasını az ya da çok gerçek olmayan bir kopyası olduğunu göremeyen biri (yani, duyulur nesnelerin belirli bir türün eksik gerçekleşmeleri olduğunu görmeyen biri) pistis/inanç durumundadır.
           
Durumu, gördüğü imgelerin gerçek dünya olduğunu düşünen hayalci kadar kötü olmasa da, epistemeye de ulaşmış değildir; gerçek bilimsel bilgiden yoksundur.
            Platon’dan yapılan alıntıda sanattan söz edilmiştir ve sanat konuyu biraz daha açık hale getirmiştir.
Ø  Devlet’in 10. Kitabında Platon sanatçıların hakikatten üçüncü uzaklık aşamasında olduklarında söyler. Örneğin; belirli bir insan biçimi (form) türün tüm bireylerinin gerçekleştirmeye çabaladıkları ideal bir tip vardır, aynı zamanda, belirli tiplerin kopyaları, ya da eksik gerçekleşmeleri olan tikel insanlarda vardır. Sanatçı gelip de, bir insanın resmini yaparsa, resimdeki o insan taklitin takliti olacaktır. Bu resmi gerçek insan olarak kabul eden biri eikasia/ tahmin durumunda olacaktır.
Ø  Diğer taraftan, insana ilişkin düşüncesi, gördüğü hakkında bir şeyler duyduğu ya da okuduğu biriyle sınırlı olan ve belirli tipin gerçek bir kavrayışına sahip değilse, bu kişi pistis / İnanç durumunda olacaktır.   
Ø  Ancak; ideal insanı, eş deyişle tikel insanların onun eksik gerçekleşmeleri oldukları ideal tipi kavrayan biri, noesis (arı us) aşamasındadır.
Ø  Yine, adil bir insan eylemlerinde, eksik olarak da olsa, adalet ideasını taklit edebilir ya da gerçekleştirebilir. Devamında ise, trajedi oyuncusu, kendinde adalet hakkında hiçbir şey bilmeden, bu adil insanı taklit etmeye başlar. Trajedi oyuncusu bur durumda, sadece bir takliti taklit ediyordur.

Şimdi, düşünce nesnesi noeta ve zihinsel durum açısından epistemeye karşılık gelen, bölünmüş çizginin üst bölüne bakalım. Bu bölüm, genel olarak, orata ile, görülmez dünya ile, yani noeta ile ilişkilidir. Peki bu alandaki alt bölümlemenin anlamı nedir?

Noesis ile dimia arasındaki fark nedir? Noesis/Arı us, düşünceyle görme ile dionia/ahlak arasındaki fark nedir?

            Platon Dionia’nın / ahlakın nesnelerinin bölümlerinin önceki bölümlerini taklitlerinin/öykünmelerinin yardımıyla araştırmaya zorlandığı şeyler olduğunu söyler. ruh bu taklit ve öykünmeleri imgeler olarak kullanır varsayımdan başlar ve bir ilk ilkeye değil ama bir sonuca ulaşmaya çalışır. Platon burada matematikten bahsediyor. Örneğin, geometride zihin hipotezlerden, görülür bir diyagram/şema kullanarak, bir sonuca ulaşmaya çalışır.
            Platon, geometricinin üçgen vb. şeyleri bilinir kabul edip bu “malzemeleri” hipotezler olarak kullanıp, sonrasında ise görünür bir diyagram/şema kullanarak bir sonuca doğru akıl yürüttüğünü söyler. ama geometrici burada diyagramın kendisiyle ilgilenmemektedir; yani ilgilendiği şey şu ya da bu tikel üçgen ya da tikel bir kare, ya da tikel çap değildir. Geometriciler, böylelikle, figür veya diyagramı kullanırlar, ancak “görmeye çabaladıkları o nesneler, bir kişinin sadece düşüncenin gözleriyle görebileceği şeylerdir.” (510 e 2-5 511 a1).
            Geometrici kesişen çemberlerden söz ederken, onları duyulur tikeller olarak değil, ama anlaşılır nesneler olarak ele alır. Ancak bu anlaşılır nesnelerden çok sayıda benzer olanlar vardır, dolayısıyla bunlar gerçek evrenseller değil ama anlaşılır tikeller sınıfını oluştururlar; ve duyulur tikellerin “üzerinde” gerçek evrensellerin “altında”dırlar.
            Şimdi bölümlemenin en üst parçasına bakalım. Burada söz konusu olan zihin durmu noesis durumudur, yani dionia bölümünün hipotezlerini başlangıç noktası olarak alan ve onları aşarak ilk ilkeleri ulaşan birinin zihinsel durumudur. Dahası, bu süreçte ki bu Diyalektik sürecidir, dionia bölümünde kullanılan imgeleri kullanmadan, ideaların içinden ve onlar aracılıyla ilerlerler.
Diğer bir deyişle, soyut akıl yürütme aracılıyla ilerlerler.
            İlk ilkeleri açık bir şekilde kavrayan zihin sadece soyut akıl yürütmeyi kullanır, duyulur imgeleri kullanmaz.
            Noesise karşılık gelen nesneler, arkai, ilk ilkeler ya da formlardır. Bunlar sadece epistemolojik ilkeler değil, aynı zamanda ontolojik ilkelerdirler de.



Mağara Alegorisi
            Platon, epistemoloji öğretisini, bölünmüş çizgi örneğinin hemen devamında Devlet 7. Kitabın başındaki, mağara alegorisi ile daha açık hale getirir. Mağara alegorisinde, Platon, zihnin aşağı düzey bilgiden ya da bölünmüş çizgi örneğinin alt bölümlerinden, daha üst düzey bilgiye, ya da bölünmüş çizgi örneğinin en üst bölümüne nasıl ulaştığını ve bu sürecin epistemolojik bir süreç olduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor. Bu epistemolojik sürecin daha az yeterli bir bilişsel durumdan daha yeterli bir bilişsel sürece dönüşümler süreciyle ilerleyen kesintisiz bir evrim süreci olmadığını da bu alegoride açık bir şekilde ortaya konur.

Mağara Girişi

Ateş

Küçük duvar veya perde






Yüksek yol



Mahkumlar dizisi
                                               Gölgenin düştüğü duvar

            Platon, ışığa doğru ağzı olan bir mağara hayal etmemizi ister. Bu mağarada çocukluklarından beri mağaranın iç duvarını görecek şekilde ayaklarından ve boyunlarından zincirlenmiş ve güneş ışığını hiç görmemiş insanlar yaşamaktadır.
            Yukarılarında ve arkalarında, yani mahkûmlar ile mağaranın ağzı arasında, bir ateş ve bu ateş ile mahkûmlar arasında yüksek bir yol ve perde gibi küçük bir duvar bulunuyor. Bu yükseltilmiş duvar üzerinde, ellerinde hayvanların veya diğer nesnelerin heykel ve figürlerini taşıyan insanlar geçmektedir; öyle ki, onların taşıdığı nesneler alçak duvar ya da perdenin tepesi üzerinden görünürler. Yüzleri mağaranın iç duvarına dönük olan mahkumlar, ne birbirlerini, ne de arkalarındaki nesneleri görebilirler.
            Ancak kendilerinin ve ateşin önünden geçirilen nesnelerin yüzlerinin dönük olduğunu duvara düşen gölgelerini görüyorlar. Yani sadece gölgeleri görebiliyorlar.
            Bu mahkumlar insanlığın büyük bir bölümünü temsil ederler. Bunun anlamı da şudur: insanların büyük bir bölümü tüm yaşamları boyunca eikasiya/tahmin/imgeler durumda kalırlar; sadece gerçekliğin gölgesini görürler ve sadece hakikatin yankılarını duyarlar.
Bunların dünya görüşleri “kendi tutkuları ve önyargıları ve onlara dil ve retorik aracılığıyla iletilen başkalarının tutkuları ve önyargıları tarafından” en fazla çarpıtılmaya uğraşmış ve en yetersiz görüştür.
            Dahası, bir çocuktan daha iyi bir durumda olmamalarına rağmen, kendi çarpık görüşlerine yetişkinlerin tüm azmiyle sarılırlar ve kendi hapishane evlerinden kaçma istekleri de yoktur. Hatta aniden özgür bırakılsalar ve onlardan önceden gölgelerini gördükleri gerçekliklere bakmaları istense, ışığın parlaklığından kör olabilir ve gölgelerin bu gerçekliklerden daha gerçek olduklarını zannedebilirler.
            Ancak, kaçmış olan mahkûmlardan biri ışığa alışırsa, bir süre sonra daha önceden sadece gölgeleri görmüş olduğu samut duyulur nesnelere bakabilecektir. Bu mahkum arkadaşlarına ateşin ışığı altında görür(ateşin ışığı burada görünür güneşi temsil etmektedir), ve pistis/inanç durumundadır. Yani eikanes’in / imgelerin, gölgeler dünyasından önyargılardan, tutkulardan ve safsatalardan Zoa’nın /duyusal varlıklar gerçek dünyasına “döndürülmüş”, ancak henüz anlaşılır, duyular olmayan gerçekliklerin dünyasına yükselmemiştir. Mahkûmları oldukları gibi, yani mahkûmlar olarak, tutku ve safsatanın zincirlediği mahkûmlar olarak görür.
            Dahası, eğer bu mahkûm sebat ederse ve mağaradan güneş ışığına çıkarsa güneş tarafından aydınlatılmış berrak nesneleri (ki bu nesneler anlaşılır, gerçeklikleri temsil eder), ve son olarak da, bir çabayla da olsa, iyi ideasını temsil eden ve en yüksek Form olan güneşin kendisini görebilir. Bu iyi ideası, en yüksek Form “doğru ve güzelin evrensel nedeni - hakikati ve usun kaynağı”’dır.
Bu durumda bu insan noesis/ arı us/ düşünceyle görme durumundadır.
            Platon, gün ışığına yükseldikten sonra mağaraya geri döner, birinin karanlık yüzünden doğru dürüst göremeyeceğini ve kendini gülünç durumuna düşüreceğini söyler.
            Bu arada, eğer başka bir mahkûmu serbest bırakmaya ve onu ışığa çıkarmaya çalışırsa, karanlığı seven ve gölgeleri asıl gerçeklik olarak kabul eden mahkûmlar, onu bir yakalayabilseler öldüreceklerdir.
            Bu alegori açık bir şekilde, çizginin yükselişini Platon’un bir süreç olarak düşündüğünü; bu süreci kesintisiz ve otomatik bir şey olarak tasarlamadığını gösteriyor. Çünkü bu yükseliş, çaba ve zihinsel bir disiplin gerektiriyor.
            Dolayısıyladır ki, Platon eğitime büyük önem verir ve bunu vurgular. Eğitim sayesinde, gençlerin yavaş yavaş ebedi ve mutlak hakikat ve değerleri görmeye getirilirler ve böylelikle, yaşamlarını hataların, yanılgıların, önyargıların sofistik kandırmacaların, gerçek değerlere körlüğün gölge dünyasında geçirmekten alıkoyar.
            Bu eğitim, devlet adamı, olacaklar söz konusu olduğunda çok daha önemlidir. Eğer eikasia ve pistis (tahmin ve inanç) alanlarında kalırlarsa, devlet adamları körlerin kör liderleri olailirler ve Devlet gemisibib batması bir bireyin gemisinin batmasından çok daha korkunç bir şeydir.
            Bu nedenle, Platon’un epistemolojik yükselişe olan ilgisi akademik ya da dar bir eleştirel ilgi değildir; yaşamın yönetilmesi ile, ruha özen gösterme ve Devletin iyiliğiyle ilgilenmektedir. İnsanın gerçek iyiliğini anlamayan biri gerçekten iyi bir insan yaşamı yaşamaz yaşayamayacaktır da.
Aynın şekilde Devletin gerçek iyiliğini anlamayan, politik yaşamı ebedi ilişkiler ışığında görmeyen bir devlet adamı da kendi halkına yıkım getirecektir.

           


           


Hazırlayan: C. Suat

Yorumlar